PAMDEMİNİN ARDINDAN...
Pandemi, nam ı diğer küresel salgın. Marshall Mcluhan'ın bahsettiği küreselleşme akımına ayak uydurdu, global köylü (küresel köy) oldu. Wuhan'da doğdu, dünyalı oldu. Önce eğlence kutularından (TV vs.) ve vazgeçemediğimiz bağımlılığımız el eğlencelerinden ( cep telefonu) korkusu düştü yüreklere: Sokak ortasında ayaktan yıkılıp ölen insanlar, kapısı kaynaklanarak karantinaya alınan hastalar, koridorlarına kadar serilen yataklarda yatan ve bir soluk alabilmek için oksijen cihazı sırası bekleyen hastalarla dolu hastaneler... Sonra kendisi geldi internet hızıyla...
Kimilerine göre günahkarın işlediği günaha mukabil günahsızın ödediği bedeldi. Tıpkı İncil anlatısında bahsedilen yasak meyve olayından geri kalan günahın bedeli gibi... Fazlaydı insanlar dünyaya, dünyayı vaftiz etmek gerekti. Arındırmak lazımdı fazlalık insanlardan. Pandeminin sebebi mamül virüs, bu sorunu çözmekle mükellefti. Kimilerine göre neyi yemememiz gerektiğinin öğreticisiydi. Hatta bazılarına göre Dünya'yı kurtarmanın yolu, hiçbir canlının etini yememekti. Kimilerine göre ise Küre'yi ıslah etmekle mükellef Allah'ın askeri... Bunlar kimsenin bilemeyeceği şeylerdi.. İşin bilenini ise bu virüsle kimlerin, ne canların gittiğiydi. Kiminin anası, kiminin babası, kiminin evladı, kiminin dedesi, kiminin nenesi kiminin Beşir Hocası, kiminin Veysel Hocası... Bunların hepsi birilerinin kıymetlisiydi. ( Virüs dolaysıyla vefat eden Beşir KARAHASANOĞLU ve Veysel ÇETİNKAYA öğretmenlerimize Allah'tan rahmet diliyorum)
Aslolan kimin ne dediği değil bizim ne hissettiğimizdi: Gönüllü mahkumları olduk evlerimizin, çıkamadık dışarıya, gidemedik okula, çarşıya, pazara... Gönülsüz, denetimli serbestlikler ile gidebildik marketlere, ihtiyaçlarımızı karşılamaya... Hiç duymadığımız ve asla sevemeyeceğimiz nahoş kokulu sıvılarla tanıştık, istemesek de sevmesek de sürdük ellerimize...
Bu kadar mı? Hayır! Sarılamadık birbirimize, dokunamadık bile... Maskeli yüzler, mesafeli insanlar aşikar oldu. Huzur çokluktaydı aslında ama az insan çok huzur oldu... Toplumsal gerçekliğimiz sanal gerçeklik oldu. Kimilerine göre bu durum metaverse giden çizilmiş yoldu... Bütün ilişkilerimiz iletişim oldu. McLuhan'ın kehaneti gerçek oldu; facebook, instagram, WhatsApp vs. bütün araçlar amaç oldu... Aynı çatı altında yaşamıyorsanız anne, baba, evlat, dede, nine, eş, dost akraba... hepsiyle görüşmek hayal oldu...
Ya okullar? Koridorlar ve sınıflar derin bir sessizliğe büründü. Okul önlerindeki ak direklerde gururla dalgalanan şanlı Al Bayrağımızın gölgesi ıssız ve çocuklara hasret kaldı. O çocuklar ki okudukları İstiklal Marşı ile dosta güvendi, Millete umuttu. Hafta sonu ve hafta başı okunan İstiklal Marşı aynı zamanda Yaradan'a duaydı.
Elbette her şerde bir hayır arayan, her şeye rağmen kültürünün bıraktığı derin izleri taşıyanlar için bir hikmet vardı bu işte... Aslında bu illet, bu hikmeti öğreten öğretmendi. -Kimilerine göre pedagojik olmasa da- yöntemi çok öğreticiydi. Mahrum bırakarak öğretti bize her şeyin değerini; anne-babanın, öğretmenin, öğrencinin, dostun, arkadaşın, akrabaların, ağacın, yeşilin, parkın ormanın, denizin, her şeyden önemlisi bir nefes sıhhatin... Pandeminin ardından deyip üç noktalı bir başlıkla başladık, kıymet öğrendik deyip -bir daha asla virgül koymamak üzere- tek noktalı bir sonlukla bitirelim. Her şeyin kıymetini bilelim. Yunus Emre'nin öğretisine adeta gerekçe olabilecek Pandemi'den aldığımız ders ile sevelim sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz. Sağlıcakla kalın...
21/04/2022
Muhlis EVCİMEN
Şube Müdürü
İlahiyatçı Eğitimci